TÜRK(MEN)LERİN BİRLİK ve YENİDEN DİRİLİŞ PROJESİ: İPEK YOLU

Mevlüt UYANIK*

Durum Tespiti

Tarihte sürekli bir devlet geleneğine sahip olarak kadim milletlerinden birisi olan Türkler, Doğu ile Batı âlemini birbirine bağlayan ve yüzyıllarca medeniyet mihveri olan İpek Yolundaki yerleri fethetmişler, yurt haline getirmişlerdir. Bulundukları zaman ve mekânın şartlarına göre egemenliklerini pekiştirmişler, gittikleri her bölgeyi “vatan”laştırmışlardır. Bu nedenle dünya siyasi coğrafyasında bir çok Türk(eli) vardır.

Ümit Burnu’nun keşfiyle birlikte medeniyet mihveri değişmiş, Türklerin yurt ve devlet özdeşliğini gerçekleştirdikleri bölgeler jeopolitik önemini kaybetmiştir. Son yıllarda dünyayı küçük bir köy haline getiren (Batı medeniyeti merkezli) küreselleşme çabalarıyla birlikte enerji koridoru olarak ipek yolu yeniden önem kazanmaya başlamıştır.

Küresel merkezi güçler tarafından dünya, fiziksel açıdan tarihe ilişkin yeni öncelikler tespit edilerek, siyasal açıda yeniden biçimlendirilmekte, coğrafi değişiklikler, yeni devletler, yeni sınırlar belirlenmeye çalışılmaktadır.

Bu çerçevede, 1991 yılından itibaren Sovyet Sosyalist Birliği dağılmış, yeni birçok devletler kurulmuştur. Bunun bizim açımızdan önemi, Türkistan’daki kardeş devletlerin bağımsızlıklarına kavuşmasıyla birlikte dünya siyasal arenasında tek, bağımsız Türk devleti olmaktan kurtulup, her biri farklı özelliklere ve öneme sahip altı devlet olmamızdır. Bunlardan dördü; boyların adıyla kuruldu; Özbek, Kırgız, Kazak ve Azeri. Boylarını ve yaşadıkları mekânları belirten sıfatlardı bunlar. Türkmenistan, tıpkı Türkiye gibi, Türklerin, daha doğrusu Müslüman olan Türklerin yaşadığı ikinci özgür ve bağımsız ülke olarak gündemde yer aldı. Asıl önemlisi, jeopolitik ve ekonomik açıdan yeniden önem kazanan Asya’yı Avrupa’ya bağlayan İpek Yolu güzergâhının aynı din ve ırkın farklı boyları tarafından kurulmuş Türk Devletlerinin tekrar hâkimiyetleri altına girmesiydi.

Ortadoğu’nun en önemli enerji şehri olan Kerkük’te yaşananlar da temel de budur; Anadolu’dan önce Türkleşmiş olmasına rağmen bu bölgenin yeni küresel enerji politikaları çerçevesinde siyasi ve kültürel coğrafyası değiştirilmek istenmektedir. Nitekim, birazcık tarih bilgisi olanlar, Bizans karşısında zor durumda olan İslam alemine yardım için sadece 3-4 bin kişilik bir Oğuz bölüğünün tek başına Filistin ve Suriye’nin önemli bir kısmını ele geçirdiğini bilir. Türkiye-Ön Asya ile Türkistan (Orta Asya) hattını ele geçirmenin ötesinde Mısır, Kuzey Afrika 11. asırdan itibaren Oğuzların sefer yaptığı bölgelerdir. Selahaddin Eyyübi kardeşi Turan Şahı 1173 yılında Yemene gönderdiğini hatırlarsak, Oğuz Türklerinin cihan hakimiyetinin boyutlarını iyice ortaya çıkar.

Artık biricik hedef; vahdette Kesret (Birlik İçinde Çeşitlilik) ilkesi gereği, altı Türk devletinin dil, fikir ve işte birlik sağlayarak İpek Yolu bağlamında Türk Medeniyetinin Yeniden Dirilişini Merkezi Türk Hâkimiyet Teorisi çerçevesinde temin etmek ve dünya siyasasında kurucu aktörler haline gelmektir. Takip edilecek yöntem; kültür, medeniyetler arasındaki farklılıkları esas alan çatışmacı geleneğin Avrasya ve Ortadoğu’ya hâkim olmasına engel olmak ve yüzyıllardır uyguladığımız benzerlikleri esas alan uzlaşmacı-barışçı geleneğin birikimini sosyo-politik arenaya taşımaktır.

Malum olduğu üzere, enerji hatlarının kontrol edilmesinin meşruiyetini sağlamak için kültürler, medeniyetler arasındaki tarihsel çatışmalara göndermeler yapılmaktadır. Hâlbuki Ortadoğu, Orta Asya gibi petrol ve gaz zengini bölgelerin halklarının insanlara dünyada refah, ahirette felah getiren ilkeleri Hz. Adem’den itibaren insanlığa sunmuş bütün ilahi, ibrahimi gelenekleri içeren İslamiyet’in benimsendiği görülür. Zaman ve mekândan kaynaklanan farklılıkların, yerli değerlerin, insanlığın diğer birikimlerine katkılarını oluşturacak bir evrensellikte okuyarak, sosyal adaleti ve paylaşımı önermek yerine yerelliği içe kapanmayıcı ve etnik, dinsel ve dilsel çatışmaları öne çıkarılmaktadır. Oysa Türkiye, tarihsel birikimiyle, çatışma yerine uzlaşma ve diyalogu gerçekleştirebilir; zira özellikle 11 Eylül 2001 tarihinden itibaren ortaya çıkan küresel sorunları aşmak için yüzyıllardır sürekli olarak yönü batıya dönük olan millet Türkler, özellikle Türkiye Türkleridir. Temelde enerji hatlarını kontrol altında tutmak için o bölgelerinin halklarının Müslüman olması ve küresel terörizm ile İslam arasında özdeşlik kurulması sorunlarında Türkiye, Batı’nın (elbette Hıristiyanlık ve Museviliğin paylaştığı pratik anlama ile) seküler, Pazar ekonomisini benimseyen “akli” menfaatlerinin telif edildiği ilk örnek ülkedir

Türkmen: Müslüman oğuz boylarına verilen isim

Türkmen sözü, kendi yurtlarından çıkıp, İran, Suriye taraflarına gelen oğuz boylarına ilk yerleşim mekanı ve konuşmalarına bakarak, Müslüman halklar tarafından verilen nitelendirmedir. Aynı dili konuşan birçok farklı boyla savaşan Araplar; en sonunda ortak bir niteleme bulmuşlar: Türkmen. 10.yüzyılın ilk yarısında Müslüman olmaya başlayan Oğuzlara, yaklaşık iki asır sonra her yerde Türkmen (Türk manend-Türke benzeyen) denilmeye başlamış; Oğuz sözü ise şifahi kültürlere atalarının adı olarak Türkmenler arasında yaşamaya devam etmiştir.

Tarihte Türkler

Tarihte, Balanlar ve Kuzey Avrupa ovalarından Avrupa içlerine, hatta Manş denizi ve günümüzdeki İsveç’in güney kesimine kadar ilerlemiş olan Hun imparatorluğundan bu yana, Türkler; Avrupa’nın etnik, politik, sosyal ve askeri, sanat alanlarında etkili olmuşlardır.

Hun imparatorluğu muhtelif Türk soylarının kurduğu devlet olarak işlevini tamamladıktan sonra Orta Asya’da Göktürkler ve Uygurlar sonuna kadar ola dönem ortak bir Türk dönemi olarak nitelendirilir. Sonra göç yollarına göre üç kol şeklinde dağılmışlar. Birinci kol olan Oğuzlar-Türkmenler ise, atasının verdiği buyruk üzere, sürekli batıya ilerlemiş, Kınık boyu Büyük Selçuklu; Türkiye Selçukluları, Kayı boyu Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmuşlardır. Hattın ilk ucunda; Göktürkler; son ucunda Türkiye Cumhuriyeti vardı. Osmanlı’nın dağılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti stratejik açıdan Orta Asya’nın diğer ucu olan Ön Asya’ya çekilmiş, böylece ipek yolunun diğer ucunu sağlama alması bile uzak görüşlülük ve devlet birimini büyüklüğünün doğal bir sonuçudur. İran’daki Türk devletleri ve hanedanları (Safeviler, Avarlar, Kaçarlar), Azerbaycan ve Türkmenistan Cumhuriyetlerini kuranlarda bu koldur. İkinci kol olan Kazak, Kırgız, Özbek boyları Doğu Türkistan’da kalmışlar; üçüncü Türk kolu Tatar, Başkurd, Avar, Kıpçak, Bulgarlar Karadeniz’in Kuzeyinde ve Doğu Avrupa’da etkili olmuşlar, önemli kültürel ve siyasal dönüşümler sağlamışlar. Bun temelinde, Merkezi Türk Hâkimiyet Teorisi yatar.

Merkezi Türk Hâkimiyet Teorisinin Pratiğe Aktarımı: İpek Yolu Projesinin Canlandırılması

Bunun dünya siyaset tarihi açısından önemini, kendi paradigmasına göre bir nizam-ı alem (yeni dünya düzeni) kurarak küresel güç olmak isteyen ABD başkanı Theoder Roosevelt’in 1901 yılında verdiği beyanat en iyi şekilde açıklar. “ABD’nin süper olması engelleyen iki güç İspanya ve Osmanlı’dır. İspanya Orta ve Güney Amerika; yani Yeni Dünya; Osmanlı ise Eski Dünya hakimiyetini (Asya, Afrika, Avrupa) elinde tutuyor. Bunlar yok edilmeden dünya hâkimiyetini kuramayız” Geçen süre de, bu tespitin gerçekleştirilmesinde önemli aşamalar sağlandığını gösteriyor, o halde, İpek yolunu bir medeniyet mihveri olarak gören Merkezi Türk Hakimiyet Teorisi çerçevesinde sosyo-politik birikimimizi tekrar aktif hale getirmeliyiz.

Misak-ı Milli sınırlarını fiziksel olarak görmek, kültürel açıdan Avrasya ve Ortadoğu ile Anadolu üçgenindeki birikimimizi aktifleştirmeye engel değildir. Geçmişte, nasıl Oğuz Kaan’ın çocuklarının göç serüvenleri salt siyasal kargaşalarla izah edilmenin ötesinde, temelde ekonomik açıdan dünya medeniyet mihveri olan İpek Yolundan pay kapma mücadelesi olarak da okunduysa, bunu yeniden yapmak gerekir. Zira iki büyük su yolu havzasında (Ceyhun-Seyhun; Amuderya, Sir Derya) bulunan İpek Yolu, Orta Asya merkezli Türk devletleri için tarihsel olarak önemliydi. Bununla birlikte, Ortadoğu, Akdeniz ile Çin ve Hindistan’ın tarım ve kent ürünlerine sahip halklarının ticari ve kültürel, siyasi ilişkilerini gerçekleştirildiği kara yollarının ve etnik göçlerin geleneksel hatlarının kesiştiği yerler olması nedeniyle, tarihten günümüze sosyo-politik açıdan hep önemli olagelmiştir.

Bu bağlamda, Asya’nın kuzeydoğundan ortaları ile batısına intikal eden Türklerin gerek hedef; gerekse etkilendikleri medeniyet ise Çin’den İran’a kaymıştı. Türkler, İran’ı devre dışı bırakarak Çin ile önce Doğu Roma, ardından Bizans arasındaki ticaretin aracı olmayı hedeflemişlerdi. İpek yolu ticareti, tarihte, Avrasya medeniyet ekseninin iki ucu arasıdaki mal, tavır, hüner, zaanat, fikir ile zihniyet değiş tokuşuydu. Medeniyet mihveri olmasının temelinde bu özellik yatar.

Günümüzde duruma bakınca; yaklaşık bir buçuk milyar nüfusa sahip ve hızla büyüyen ekonomisiyle Çin’in doğalgaz, kömür, altın, bakır açısından zengin olan bölgeye hâkim olmak için Gwader liman kentine büyük yatırımlar yapması, İran ve Hindistan üzerinden Batı’ya ulaşmaya çalışmasını hatırlayalım. İran’ın gerek bu bölgede, gerekse, Körfez merkezli Arap dünyasında yüzyıllardır hâkim olma projelerini düşünelim.

Buna karşılık, tarihi ipek yolunun bugün enerji hattına dönüştüğünü gören Türkiye; Ön Asya (Anadolu)ile İç Asya (Türkistan) hattının denize ve dünyaya açılan tek kapısı olmanın avantajıyla, dilde, işte ve fikirde birliği kurmaya rahmetli Özal’dan itibaren öncelikle politika haline getirmeye çalıştı. Örneğin; Bakü-Ceyhan; Mavi Akım (Samsun), Şahdeniz Doğal gaz projesi, Nabucco boru hattı projeleri, diğer Türk(men)lerin denizlere açılan kapılarıdır.

Bu Türkiye’nin öncelikli görevidir; zira teknoloji kullanımı, sermaye yönetimi, ithalata-ihracaat modelleri, yatırım iklimi ve iş piyasası gibi konularda Avrupa ile Asya arasındaki irtibatı yeniden kurabilecek yegâne güçtür. İşte bu potansiyel gücü aktif hale getirebilirsek, Rusya, Çin, ABD ve temelde ABD karşında sosyo-politik ve ekonomik bir güç olmaya çalışan AB, Türk(men) Birliğini küresel bir oyun kurucu olarak kabul etmek zorunda kalacaktır. Bunun uluslarası temeli de hazır; UNESCO’nun kararıyla 1988 yılında Büyük İpek yolu: Milletlerin Diyalog Yolu- olarak ilan edilmiştir.

Sonuç: Jeopolitik açısından dünyanı kalbi konumunda olan Anadolu’ya milli bir refleks olarak çekilen ve yeni bir devlet kuran Türkiye Türkleri, Asya, Avrupa ve Afrika, özellikle Ortadoğu saçacağını yüzyıllardır ellerinde bulundurmanın verdiği birikimle, ipek yolu merkezli bir dirilişle, bölgesel güç olmanın ötesine geçebilir. Türk(men)lerin birliğini ekonomik tabanda temin ettiği zaman Türk medeniyetinin dirilişi sağlanmış olacaktır; bu sosyo-ekonomik birliktelik, küresel güce dönüşecektir. Bu ise, düşmanlık ve savaşın tahripkâr güçlerine karşı koymak için muhtelif ülkelerin ve milletlerin, siyasi sistemlerinin ve ideolojilerinin barış içerisinde inkişafı yolunda bütün insanlığı ilgilendiren bir uyum ve bütünleşmenin (entagrasyon) muştusudur.


Doç. Dr. Hitit Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölüm Başkanı ve Kırgızistan Os Devlet Üniversitesi Teoloji Fakültesi (2005-2006) Misafir Öğretim Üyesi.

Hiç yorum yok: